Türk Basketbolu’nun yaşayan efsanesi, Sayın Aydın Örs bizleri kırmayarak her zamanki babacanlığı ve nezaketiyle röportaj teklifimizi geri çevirmedi. Sarıyer’de şirin bir balık lokantasında gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide merak ettiklerimizi her zamanki içtenliği ile yanıtlayan Sayın Aydın Örs’e bu söyleşi için Pota6.com internet sitesi olarak bir kez daha teşekkür ederiz.
- Siz “Ankara Ekolü” diye tabir edilen “Ankara Basketbolu”nun çok önemli bir temsilcisisiniz. “Ankara Basketbolu”nun bugünki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Önceki yıllarda “Türk Basketbolu”nun temelini Ankaralı Basketbolcular ve Ankaralı Antrenörler teşkil ediyordu. Tabi bunun çeşitli nedenlerini sayabiliriz. Şöyle bir analiz benim ilk aklıma gelen; o dönemlere baktığınız zaman Eczacıbaşı gibi, Efes Pilsen gibi, Tofaş gibi, Paşabahçe gibi kuvvetli sponsorlar daha yokken; İstanbul’da daha çok semt takımları ve bizim üç büyükler dediğimiz Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın, İzmir’de Altınordu, Karşıyaka gibi, Ankara’da da Şekerspor gibi, D.S.İ, Kolej gibi takımların tekelindeydi basketbol.
O zaman, basketbol pastası bu kadar büyük değildi ve “Ankara Basketbolu” için İstanbul’la rekabet etmek kolaydı. Kendi yaşadıklarımdan biliyorum Şekerspor’da oyuncu eğitim kadrosuna işe alınır ve belirli bir maaş bağlanırdı, biraz da transfer parasıyla transfer gerçekleştirilirdi. D.S.İ Takımı’nda da buna benzer şekilde olurdu. Tofaş, Eczacıbaşı, Efes Pilsen gibi holdinglerin ve güçlü sponsorların desteklediği takımlar ortaya çıktıkça Ankara takımları rekabet edemez hale geldiler.
Bunun tek çözümü Ankara takımlarının da güçlü sponsorlar bulmalarıydı ancak devlet teşekkülleri buna müsait değildi ve birer birer çekilmek zorunda kaldılar. Rekabet edebilecek bir tek Ankara Koleji kalmıştı. Ankara Koleji’ne önce PTT adıyla sonra da Türk Telekom adıyla mücadele eden takım eklendi. O da devlet kuruluşuydu ama yarı resmi bir kurumdu bildiğiniz gibi daha sonradan da özelleştirildi. Şu an bir tek onlar rekabet edebilir durumda. Ankara Basketbolu’nun şu anki durumunun birinci faktörü olarak bunu görüyorum.
İkincisi, her sektörde olduğu gibi sadece basketbolda değil futbolda da, belki tiyatroda da, başka alanlarda da biraz sivrilen insanları İstanbul bünyesine kattığı gibi Ankara’da yetişen değerli oyuncu ve antrenörleri de İstanbul kendi bünyesine kattı. Spor açısından bakarsak para puldan öteye Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın cazibesi de bunu sağlıyordu belkide. Hatırlıyorum oyuncuyken bir dönem Ali Şen’in de çok istemesiyle Fenerbahçe’ye imza attım ancak çeşitli nedenlerle olmadı bu transfer. İstanbul’a gelip , İstanbul’da basketbol yaşantısına devam etmek cazip geliyordu bizlere. Benim gibi bir çok basketbolcu da İstanbul’a geldiler, örneğin Nur Germen, Doğan Hakyemez o dönem Galatasaray’a gelmişlerdi.
Daha sonra ben Ankara’da Şekerspor’da antrenörlük yaparken Efes Pilsen’den altyapının başına geçmem yönünde bir teklif geldi, ben de bu mesleği devam ettirmenin yolu olarak gördüğüm için gelmeyi tercih ettim. Altyapının başına geçtim, sonra A Takım yardımcı antrenörü oldum, sonra da A Takım antrenörlüğü geldi. İşte bu nedenlerle İstanbul piyasası her zaman bir cazibe merkezi olmuştur. Ama bu gelişleri sağlayan şeyin cazibeden de ziyade finansal destek faktörü olduğunu düşünüyorum. Tabii bunların yanında ailevi nedenler gibi diğer nedenler de yan faktörleri olşturabilir.
Sonuçta bugün bakıldığında Ankara Basketbolu bir hayli kan kaybına uğramış vaziyette. Gerçi şimdilerde ufak ufak toparlanma yaşıyorlar gibi görünüyor bana, Telekom zaten vardı bu yarışın içinde, Hacettepe Üniversitesi’nin bir atılımı var, Ted Kolej’in daha ciddi bir bakışı, bir organizasyonu var, bunların dışında bir kaç kulüp daha yatırım yapma eğiliminde; ama tabi tüm bunlar yeterli değil önemli olan kendi yetiştirdikleri oyuncuları başka kulüplere, illere kaptırmadan kendi bünyelerinde istihdam edip büyük hedeflere ilerlemeleri. Ancak bunları yaptıklarında başarıya ulaşacaklarını düşünüyorum.
-Siz uzunca bir süre altyapılarda çok önemli görevler üstelendiniz, ülkemizde altyapı faaliyetlerini nasıl görüyor, nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Şimdi ben kulüpler bazında tek tek bütün kulüpleri altyapıya ne kadar önem veriyorlar, yatırım yapıyorlar diye incelemedim bu yüzden tek tek kulüplerin bu faaliyetleri konusunda sağlıklı bir analiz yapamam. Ama genel olarak baktığınız zaman benim altyapı antrenörlüğümden beri çeşitli kulüplerde artan bir altyapı faaliyetinin olduğunu görüyorum. Ama büyük hedefleri olan bazı kulüplerimizin yönetcilerinin dahi altyapıya pek inanmadıklarını görüyorum bu da beni üzüyor. “Biz yetiştiriyoruz menajerler alıyor sağa sola götürüyor” ya da ” altyapıdan yetiştiriyor başka takımlar kapıyor” türü mazeretler bir gerekçe olmamalı.
Olay sadece altyapıdan oyuncu yetiştirmek değil kulübün o oyuncuyu da aidiyet duygusu içersinde nasıl istihdam edeceğini planlaması gerekir. Bir oyuncuyu kulübe bağlamanın çeşitli yolları vardır, bu da sadece maddi şeylerle değil manevi olarak da sağlanır. Dolayısıyla ben geçmişe nazaran daha geniş bir altyapı faaliyetinin olduğunu düşünmekle beraber, hedef oyuncular yetiştirme bazında olsun, gerek o oyuncuların kulüplerinde istihdam edilmelerinde olsun ve gerekse de bulunan oyuncuların eğitilmesinde eksiklerin olduğunu düşünüyorum. Ben kendi antrenörlük dönemlerimde basketbolun sadece hücum yönünü değil hem hücüm hem de savunma yönünü oynayan oyuncuların artık geçerli olduğunu söyledim ve nitekim Efes Pilsen’de bunun örneklerini genç oyuncularla aldığımız başarılarla ortaya koyduk. -Bu anlayışta rahmetli Aydan Siyavuş’un da büyük katkısı var elbette.- Sonra savunmadan giderek uzaklaşarak hücüm basketbolu dediğimiz herkesin bireysel oynadığı, bireysel ve takım savunmasını dikkate almadan daha çok atanın ön planda olduğu bir basketbol formasyonu ortaya çıktı.
Ben basketbolun içinde fiili olarak olmadığım son yıllarda dışardan objektif olarak baktığım zaman da A takımlarında oynanan basketbolu bu açıdan üzülerek gözlemliyorum. Artık tekrar bizim hücüm basketbol değil de “Total Basketbol” denilen oyunun hem savunma hem de hücum yönünü ortaya koyan basketbol anlayışına yeniden dönmemiz gerektiğini düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse çok yakın bir zaman önce Paris’te Barcelona, Partizan, Olympiakos ve Cska Moskova’nın katıldığı Euroleague Final Four’u oynandı . Belki orada oynanan basketbol NBA basketbolunu sevenler için sıkıcı gelmiş olabilir ama bence gerçek mücadele ve basketbol anlayışının Avrupa için öyle olması gerekiyor. Kolay sayı yemeyeceksin, geriye iyi koşacaksın, sert müdafa yapacaksın, bireysel müdafanın yanında takım savunması da yapacaksın, kazandığın toplarla kolay sayı bulmaya çalışacaksın ve olmadığı zaman da topu iyi paylaşıp topu en iyi pozisyondaki oyuncuya aktarmaya çalışacaksın çeşitli varyasyonlarla. “Total Basketbol” dediğimiz anlayış işte bu. Altyapı oyuncularını da bu anlayışa göre hazırlanmasının, oyuncuların bireysel müdafa, birysel hücum fundamentallerinin geliştirilmesinin ve bunların inceliklerinin öğretilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Bu anlayıştan bir hayli uzaklaşıldığını, hatta büyük kulüplerimizde “altyapıya ne gerek var” söyleminin artık geçerli bir söylem olduğunu da üzülerek görüyorum. Bu konu hakkında genel olarak söyleyeceklerim bunlar.
Hocam siz kulüpler bazında erkek basketbolumuzda en büyük başarıyı elde etmiş bir isimsiniz, aynı başarının hala tekrarlanamamasını neye bağlıyorsunuz ?
Bence bu başarıyı yakalayamamak gibi bir şey söz konusu olamaz. Ben Türk Basketbolu’nun Avrupa’da en büyük hedeflere herzaman aday olduğunu hep söylemişimdir. Önemli olan o vizyonu ortaya koyabilmek… Büyük kulüpler için söylüyorum, kendi ligimizde her zaman şampiyon olma şansınız vardır ama önemli olan başarı Avrupa’da ortaya koyduğunuz başarıdır, kriter bu olmalıdır. Ama ben kulüplerimizde bu vizyonun eksik olduğunu düşünüyorum. Biraz Efes Pilsen’de bu vizyon vardır, eskiden beri hep hedefi Final Four olarak koyan bir vizyon.
Son senelerde bu hedefe fazla yaklaşamadılar çeşitli nedenlerle ama diğer kulüplerimizde “olduğu kadar çıkıp oynayalım önemli olan Türkiye’de şampiyon olalım” anlayışı söz konusu olabiliyor. İşte anlayış bu olduğu zaman, sizin gerek oyuncu transferiniz gerekse hazırlanma biçiminiz gelen oyuncuları da etkiliyor. O oyuncular da “Avrupa’da gittiğimiz yere kadar gideriz, Türkiye’de şampiyon olalım yeter” anlayışını benimsiyorlar ister istemez. Zaten baktığınız zaman Türkiye Ligi’nde şampiyonluğa aday 3-4 tane takım var vizyon ve bütçe olarak.
Sonuçta Avrupa’da o vizyon eksikliğinden dolayı takım kimyası iyi oluşturulamıyor, çok değerli çok yüksek bütçeli oyuncular transfer ediliyor ama o oyuncuların oluşturacağı takım kimyası eksik kaldığı için belirli bir yere gelemiyor takımlar. Bugün Türk takımlarına genel olarak bakılınca, antrenörler Avrupalı meslektaşları kadar mesai harcıyor, teknoloji kullanılıyor, kamplar yapılıyor, maçlara bilimsel olarak hazırlanılıyor sonuçta hiç bir eksik yok. Amerikalı oyuncuları bir kenara koyuyorum Avrupalı oyuncuların öğreniğin Yunanlı, İspanyol, İtalyan oyuncuların Türk oyunuculardan bir kaç istisna dışında farkı yok. Ekonomik durumunuz iyiyse Amerikalı oyunculardan da bir uç örnek dışında istediğinizi transfer edebiliyorsunuz. Burada önemli olan takım kimyasını iyi oluşturmak ve Avrupa’da ki o büyük hedefler vizyonunu takıma yerleştirmek.
Tüm dünyada deneyimli antrenörlerin tecrübelerinden istifade etmek için baştacı edilerken sizin kadar tecrübeli bir ismin bu deneyimlerini paylaşamıyor olması biraz garip değil mi ?
Aslında bu konuda yorum yapmak bana düşmez. Bu konuda basketbol yönetenlerin yorum yapması daha doğru olur. Ben kendimle başbaşa olduğumda basketboldan uzak olmanın bana ne gibi bir fayda ve zararının olduğunun muhasebesini yaptığım zaman, öncelikle kişisel olarak ne oyunculukta ne de antrenörlük dönemimde hiç ara vermemiş biri olarak çok rahatladığımı ve önemli bir dinlenme süresi yaşadığımı görüyorum. Kitap okuyorum, spor yapıyorum, ailemle çeşitli yerlere gidiyorum, daha önce hiç yaşayamadığım şeylere vakit ayırabiliyorum. İnsanlar beni gördüğü zaman “yüzüne renk gelmiş, gençleşmişsin” diyorlar bu da benim stresten ve o amansız çalışma temposundan uzakta kendime ayırdığım zamanla alaklı bir şey. Bu işin bir boyutu bir diğer boyutu ise; bilgi bugünkü teknoloji ortamında oldukça kolay ulaşılabilecek bir şey ama tecrübe öyle değil. Tecrübe yıllar içinde biriktirdiğiniz bir şey, Hatalar yapıyorsunuz, bazı şeylerin kavgasını veriyorsunuz, maç kazanıp, kaybediyorsunuz, son anda kaybettikleriniz oluyor, şampiyonluklar kazanıyorsunuz, çeşitli kulüp yönetimleriyle birlikte çalışıyorsunuz ve böylece birikiyor, birikiyor. Dönüp 10 sene hatta 5 sene öncesine baktığım zaman olaylara bakış açımın ne kadar değiştiğini ve tecrübe kazandığımı hissediyorum. Bu konuda bu kadar büyük bir tecrübe oluşmuşken bunu basketbolun hizmetine sunmamak beni de üzüyor, bu konuda zaman zaman kendimi de suçladığım oluyor. Bir tarafta kendime ayırdığım rahat bir dönem bir taraftan da o tecrübeyi aktrarmam gerektiğini düşünmem bazen birbiriyle çelişen duygular oluşturuyor. Elbette bu bir yandan da sadece benim değil Türk Basketbolu’nu yönetenlerin de sorunu sanıyorum.
Ne zaman ulusal takımda ya da Fenerbahçe Ülker’de koçla ilgili bir sıkıntı olsa sizin isminiz öne çıkıyor. Ancak bu gibi durumlarda yaklaşımınız oldukça açıkken ve siz bu gibi konularda , aşırı hassasiyet gösterirken bu konuda neler söylemek istersiniz ?
Öncelikle yeri gelmişken söylüyorum Tanjeviç’e de büyük geçmiş olsun. Umut ediyorum ki iyileşip önümüzdeki Dünya Şampyonası’nda milli takımın başında olacaktır haberler de o yönde, buna sevindiğimi belirtmem gerekir.
Tanjeviç’ten sonra antrenör kim olmalı sorularında benim ismimin gazetelerde, internet sitelerinde ön plana çıkması insanların benim için iyi duygular besliyor olmaları açısından çok onore edici ve duygulandırıcı bir şey ancak diğer bir açıdan da bu tarz şeylerin benim pek hoşlandığım şeyler olmadığını söylemeliyim.
Milli Takım’a gelirsek , ben 2010 yılnda Milli Takım’ın başında mutlaka Tanjeviç’in olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü 2004 yılında Tanjeviç bu işin başına geldikten sonra bir plan program yapıldı 2010 hedef olarak seçildi ve buna göre teknik kadro ve oyuncu kadroları oluşturuldu. Tanjeviç’in önderliğinde, teknik yönetimin ortaya koyduğu bir basketbol felefesi, bir basketbol sistemi ortaya kondu. Dolayısıyla Şampiyona’ya 3-3,5 ay kala bırakın beni başka bir antrenörün gelmesi bile doğru olmaz. Tanjeviç rahatsız olsa bile kendi ekibiyle birlikte orada en azında mevcudiyetini hissettirmesinde fayda görüyorum ve bu ekibin Dünya Şampiyonası’nda Türk Milli Takımı’nı yönetmeyi hakettiklerini düşünüyorum.
Elbette 2010 Türkiye için oldukça önemli ancak bir sorun olacağını zannetmiyorum. Dediğim gibi ona göre sistem oluşturuldu, ona göre oyuncu kadrosu belirlendi yeni gelecek antrenörün herşeyi silbaştan yaparak yeni bir felsefeyle yeni bir oyuncu kadrosuyla orada olmasının çok büyük başarılar getireceğini düşünmüyorum açıkcası.
Sorunun Fenerbahçe kısmına gelirsek, Fenerbahçe’den herkesin bildiği nedenlerle ayrıldım o dönemlerde, gelecekle ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Tabii ki ben Fenerbahçeliyim, Fenerbahçe’nin iyi olmasını istiyorum ama ortada hiçbir şey yokken benim Fenerbahçe ile ilgili bir söylemde bulunmam saçma olur diye düşünüyorum.
Herşeyin sadece sonuçlara endeksli olarak değerlendirildiği Türk Sporu gerçeği varken Fenerbahçe taraftarıyla aranızda inanılmaz bir bağ oluştu. bunu salt başarıyla açıklamak oldukça zor. Sizce böyle bir bağ nasıl oluştu, size karşı duyulan yoğun sevgi ve saygının nedenleri nelerdir ?
Açıkcası bu bağın nasıl oluştuğunu ben de çok iyi bilmiyorum ama kendiliğinden oluştu sanırım . Ben özel bir şey yapmadım sadece işimi yapmaya çalıştım, insanlara farklı davranmadım, aynı sevecenlikle bazen de aynı sertlikte davrandım, bir emek ortaya koyduk. elbette bunu tek başıma yapmadım ekibimle birlikte büyük mesai harcadık, büyük emek sarf ettik.
Ben Fenerbahçe’ye ilk geldiğim gün basın toplantısında söyle birşey söylemiştim, o gün takım kadrosunun 2 milyon dolardan daha düşük bir maliyetle oluşturulması düşünülüyordu başa oynamamız çok zordu “belki büyük başarılar vaad etmiyorum ama ilk dakikadan bitiş düdüğüne kadar ölesiye mücadele eden bir takım vaad ediyorum” demiştim. Biz ilk yıldan son yıla kadar şampiyon olmadığımız yıllarda da sonuna kadar bu anlayışı uygulamaya çalıştık. Çoğunda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum yenildiğimiz maçlarda dahi taraftarımız bizi alkışlarla uğurluyordu.
Fenerbahçe’nin o bilinçli taraftarı bize sahip çıktı. Bunu hep söylüyorum bundan da çok büyük mutluluk duyuyorum ben hiçbir antrenöre nasip olmayan bir ayrılma yaşadım. O bakımdan bu maddi manevi hiçbir şeyle ölçülemeyecek bir onurdur bir antrenör için.
Hocam son olarak, sizinde yıllarca emek verdiğiniz, büyük başarılara imza attığınız Efes Pilse Kulübü’nün bazı düzenlemerden ötürü Türk Basketbolu’ndan çekilmek zorunda kalması gündemde neler söylemek istersiniz ?
Belki çok klasik olacak ama böyle bir uygulama bu iktidar için tarihi bir hata olur. Çünkü yurtdışına gittiğiniz zaman Türkiye yanına da basketbol yazdığınız zaman yanına mutlaka Efes Pilsen markası gelir. Bugün Avrupa’nın basketbol ortamlarında Türk Basketbolu dediğiniz zaman Efes Pilsen ilk sırayı işgal eder. Bu bugün oluşmuş birşey değil 34 yıllık bir mazisi var Efes Pilsen’in bu uzun yıllar sonunda ulaşılmış bir marka değeri. Bunun içinde Avrupa Kupası var, Final Four var, Avrupa Finali var Lig şampiyonluklarını saymıyorum onlar lokal başarılar. Efes Pilsen Türkiye Kulüpler tarihinde Avrupa Şampiyonluğu’nun kazanmış ilk kulüp. Yurtdışında tanıtım açısından Efes Pilsen’in Türk Basketbolu’na, Türk Sporu’na getirisi çok önemli . Bırakın bunları bir de istihdam ettiği, özendirdiği sporcular var. Bizim dönemimizde başyalan G.S.G.M ortaklaşa çeşitli yerlerde yapılan basketbol okulları var. Bugün 15.000 öğrenciye spor yaptırıyorlar ,basketbol öğretiyorlar bunlar kolay işler değil. Bu çocuklara spor yaptırmak, onların kıyafetlerini vermek, onları spora özendirmek çok önemli faaliyetler. Gerek aldıkları sonuçlar itibariyle yurtdışı tanıtımı, gerekse gençlere verdikleri hizmetler nedeniyle Efes Pilsen’in kapatılması gibi bir şey Türk Sporu’nda son yıllarda yaşanan en büyük cinayet olur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder