rss
twitter

    21 Mayıs 2010 Cuma

    Haluk Yıldırım #14


    Çarşamba günü Fanatik gazetesinde Basketbol Şube Sorumlusu Şeref Yalçın'ın söylemlerinin yer aldığı haberden sonra bugun de Haluk Yıldırım bir basın bildirisi yayınladı.

    Basketbol şube sorumlumuz Şeref Yalçın’ın 19.05.2010 tarihinde Fanatik gazetesinde yer alan açıklamasına istinaden, Beşiktaş Camiasını ve Basketbol kamuoyunu bilgilendirmek adına bu açıklamayı yapma mecburiyeti hissettim.

    Her şeyden önce ilk söylenmesi gereken Beşiktaş basketbol takımının başarılı bir sezon geçirdiğidir. Tüm olumsuzluklara rağmen, Mire Chatman ve Lony Baxter gibi bu takımın en pahalı iki yabancı oyuncusunun yokluğunda, ligi ilk 4 takım içersinde bitirmeyi başarmış, play-off’larda kendisinden en az 2 – 3 kat daha büyük bütçeli Türk Telekom’u eleyerek yarı finallere kalmıştır. Efes Pilsen serisinde, seyircisinin de ayakta alkışladığı mücadelesini sonuna kadar sürdürmüş, Beşiktaş camiasına yakışır bir şekilde sezona veda etmiştir.

    Son iki sezon içersinde, geciken ödemeler yüzünden takımdan ayrılmayı tercih eden, veya ara transferlerini gerçekleştiremesinler diye son anda maddi problemleri çözülen, yabancı sporcuların aksine, BJK basketbol takımının Türk sporcuları bütün özverileriyle mücadelerini sürdürmüş ve tüm spor kamuoyunun takdirini kazanmıştır.

    260 kez milli olmuş bir Türk sporcusu olarak, “Türk sporcuların para konuşmaktan ve bunu dışarıya sızdırmaktan motive olamadığını” iddia eden bir açıklamanın, Türk sporcularının emeğine yapılmış büyük bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum.

    Beşiktaş Kaptanı olarak benim ve takım arkadaşlarımın, basketbol kariyerimiz boyunca, maddi sıkıntılara rağmen göstermiş olduğumuz performansın, ahlaklı sporcu kişiliğimizin, kulüp yöneticileri ile ilişkilerimizin, Türk basketbolunu daha üst seviyelere taşımak için gösterdiğimiz özverinin detaylarının bilindiğine ve takip edildiğine inanıyor, şube sorumlumuzun yapmış olduğu açıklamanın gerçek yorumunu Beşiktaş camiası ve spor kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

    Saygılarımla

    Haluk Yıldırım
    Beşiktaş Cola Turka Takım Kaptanı


    Şubenin düştüğü durum tamamen trajik bir hal almaya basladı. Basketboldan iyiden iyiye soğuyan insanların sayısı kat ve kat artmaya devam ediyor. Sanırım Dünya Şampiyonası ile beraber bende uzun bir sure salonlara gideceğimi sanmıyorum. Çunku artık bir cezbediciliği kalmadı takımın, her sene aynı senaryoyu yaşıyoruz. Salona gittiğinde kendi salonunda bile oynasan mutsuz oyuncu görmek bir noktadan sonra seni de mutsuz ediyor. Koç Burak Hoca'nın söylediği gibi senelik en az 6 milyon ytl lik girdisi olan bir branş. Ancak gelinen nokta da bu para bir türlü tam verimle basketbola aktarılamadı. Bunun nedenlerinden biri ise bence tam anlamıyla profesyonel bir organizasyon sağlanamamasıdır. Bundan sonra da özellikle bu açıklama ile beraber de açıkcası çok zor gözüküyor.

    Aslında Beşiktaş'ın önünde çok önemli bir şans var. Bu da Euroleague Ön Eleme oynama ihtimali. Euroleague organizasyonu gelecek sezon ön elemede oynayacak takımların sayısı arttırmayı düşünüyor ve bu çercevede Türkiye'den 3. takımı çağırması gündemde. Hatta biraz lobi çalışmaları ile bu fırsatı yakalayabiliriz. Ancak bu konuda herhangi bir çalışma yapılıyormudur çok merak ediyorum.

    Beşiktaş Basketbol'u 2 yolla tekrardan ayağa kalkabilir. Bunlardan ilki tamamen özerkleşerek. Yani bir kuruluş tamamen Beşiktaş Yönetiminden bağımsız profesyonel kişilere takımı emanet ederek geliri ve gideri ile takımı yönetecek konuma getirilebilir.

    Diğer bir yol ise; Aynı şekilde yönetim devam edilmeli ve ACB de olduğu gibi oyuncuların maaşlarının sponsor olan firma üstlenmeli. Yani diyelim ki sezon öncesi 4 milyon dolarlık bir sponsor geliriniz var. Sponsor bu parayı ayrı hesapta tutarak direk oyuncuların hesaplarına zamanı geldiğinde maaşlarını yatırması konumuna getirilmesi düşünülebilir.

    Bu tür organizasyonları yürütmek; prestij ve güven açısından ilerisi için de çok önemli rol oynuyor. Sonra vay arkadaş görüyor musun adam Beşiktaş'lı gitmiş Galatasaray'a sponspor olmuş, tabi olurlar 6 milyon ytl geliri olan basketbol şubesini gördükten sonra voleybol için güvenebilir misin ??

    18 Mayıs 2010 Salı

    Aydın Örs Röportajı || Serdar Gürel



    Türk Basketbolu’nun yaşayan efsanesi, Sayın Aydın Örs bizleri kırmayarak her zamanki babacanlığı ve nezaketiyle röportaj teklifimizi geri çevirmedi. Sarıyer’de şirin bir balık lokantasında gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide merak ettiklerimizi her zamanki içtenliği ile yanıtlayan Sayın Aydın Örs’e bu söyleşi için Pota6.com internet sitesi olarak bir kez daha teşekkür ederiz.

    - Siz “Ankara Ekolü” diye tabir edilen “Ankara Basketbolu”nun çok önemli bir temsilcisisiniz. “Ankara Basketbolu”nun bugünki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?

    Önceki yıllarda “Türk Basketbolu”nun temelini Ankaralı Basketbolcular ve Ankaralı Antrenörler teşkil ediyordu. Tabi bunun çeşitli nedenlerini sayabiliriz. Şöyle bir analiz benim ilk aklıma gelen; o dönemlere baktığınız zaman Eczacıbaşı gibi, Efes Pilsen gibi, Tofaş gibi, Paşabahçe gibi kuvvetli sponsorlar daha yokken; İstanbul’da daha çok semt takımları ve bizim üç büyükler dediğimiz Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın, İzmir’de Altınordu, Karşıyaka gibi, Ankara’da da Şekerspor gibi, D.S.İ, Kolej gibi takımların tekelindeydi basketbol.

    O zaman, basketbol pastası bu kadar büyük değildi ve “Ankara Basketbolu” için İstanbul’la rekabet etmek kolaydı. Kendi yaşadıklarımdan biliyorum Şekerspor’da oyuncu eğitim kadrosuna işe alınır ve belirli bir maaş bağlanırdı, biraz da transfer parasıyla transfer gerçekleştirilirdi. D.S.İ Takımı’nda da buna benzer şekilde olurdu. Tofaş, Eczacıbaşı, Efes Pilsen gibi holdinglerin ve güçlü sponsorların desteklediği takımlar ortaya çıktıkça Ankara takımları rekabet edemez hale geldiler.

    Bunun tek çözümü Ankara takımlarının da güçlü sponsorlar bulmalarıydı ancak devlet teşekkülleri buna müsait değildi ve birer birer çekilmek zorunda kaldılar. Rekabet edebilecek bir tek Ankara Koleji kalmıştı. Ankara Koleji’ne önce PTT adıyla sonra da Türk Telekom adıyla mücadele eden takım eklendi. O da devlet kuruluşuydu ama yarı resmi bir kurumdu bildiğiniz gibi daha sonradan da özelleştirildi. Şu an bir tek onlar rekabet edebilir durumda. Ankara Basketbolu’nun şu anki durumunun birinci faktörü olarak bunu görüyorum.

    İkincisi, her sektörde olduğu gibi sadece basketbolda değil futbolda da, belki tiyatroda da, başka alanlarda da biraz sivrilen insanları İstanbul bünyesine kattığı gibi Ankara’da yetişen değerli oyuncu ve antrenörleri de İstanbul kendi bünyesine kattı. Spor açısından bakarsak para puldan öteye Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın cazibesi de bunu sağlıyordu belkide. Hatırlıyorum oyuncuyken bir dönem Ali Şen’in de çok istemesiyle Fenerbahçe’ye imza attım ancak çeşitli nedenlerle olmadı bu transfer. İstanbul’a gelip , İstanbul’da basketbol yaşantısına devam etmek cazip geliyordu bizlere. Benim gibi bir çok basketbolcu da İstanbul’a geldiler, örneğin Nur Germen, Doğan Hakyemez o dönem Galatasaray’a gelmişlerdi.

    Daha sonra ben Ankara’da Şekerspor’da antrenörlük yaparken Efes Pilsen’den altyapının başına geçmem yönünde bir teklif geldi, ben de bu mesleği devam ettirmenin yolu olarak gördüğüm için gelmeyi tercih ettim. Altyapının başına geçtim, sonra A Takım yardımcı antrenörü oldum, sonra da A Takım antrenörlüğü geldi. İşte bu nedenlerle İstanbul piyasası her zaman bir cazibe merkezi olmuştur. Ama bu gelişleri sağlayan şeyin cazibeden de ziyade finansal destek faktörü olduğunu düşünüyorum. Tabii bunların yanında ailevi nedenler gibi diğer nedenler de yan faktörleri olşturabilir.

    Sonuçta bugün bakıldığında Ankara Basketbolu bir hayli kan kaybına uğramış vaziyette. Gerçi şimdilerde ufak ufak toparlanma yaşıyorlar gibi görünüyor bana, Telekom zaten vardı bu yarışın içinde, Hacettepe Üniversitesi’nin bir atılımı var, Ted Kolej’in daha ciddi bir bakışı, bir organizasyonu var, bunların dışında bir kaç kulüp daha yatırım yapma eğiliminde; ama tabi tüm bunlar yeterli değil önemli olan kendi yetiştirdikleri oyuncuları başka kulüplere, illere kaptırmadan kendi bünyelerinde istihdam edip büyük hedeflere ilerlemeleri. Ancak bunları yaptıklarında başarıya ulaşacaklarını düşünüyorum.

    -Siz uzunca bir süre altyapılarda çok önemli görevler üstelendiniz, ülkemizde altyapı faaliyetlerini nasıl görüyor, nasıl değerlendiriyorsunuz ?

    Şimdi ben kulüpler bazında tek tek bütün kulüpleri altyapıya ne kadar önem veriyorlar, yatırım yapıyorlar diye incelemedim bu yüzden tek tek kulüplerin bu faaliyetleri konusunda sağlıklı bir analiz yapamam. Ama genel olarak baktığınız zaman benim altyapı antrenörlüğümden beri çeşitli kulüplerde artan bir altyapı faaliyetinin olduğunu görüyorum. Ama büyük hedefleri olan bazı kulüplerimizin yönetcilerinin dahi altyapıya pek inanmadıklarını görüyorum bu da beni üzüyor. “Biz yetiştiriyoruz menajerler alıyor sağa sola götürüyor” ya da ” altyapıdan yetiştiriyor başka takımlar kapıyor” türü mazeretler bir gerekçe olmamalı.

    Olay sadece altyapıdan oyuncu yetiştirmek değil kulübün o oyuncuyu da aidiyet duygusu içersinde nasıl istihdam edeceğini planlaması gerekir. Bir oyuncuyu kulübe bağlamanın çeşitli yolları vardır, bu da sadece maddi şeylerle değil manevi olarak da sağlanır. Dolayısıyla ben geçmişe nazaran daha geniş bir altyapı faaliyetinin olduğunu düşünmekle beraber, hedef oyuncular yetiştirme bazında olsun, gerek o oyuncuların kulüplerinde istihdam edilmelerinde olsun ve gerekse de bulunan oyuncuların eğitilmesinde eksiklerin olduğunu düşünüyorum. Ben kendi antrenörlük dönemlerimde basketbolun sadece hücum yönünü değil hem hücüm hem de savunma yönünü oynayan oyuncuların artık geçerli olduğunu söyledim ve nitekim Efes Pilsen’de bunun örneklerini genç oyuncularla aldığımız başarılarla ortaya koyduk. -Bu anlayışta rahmetli Aydan Siyavuş’un da büyük katkısı var elbette.- Sonra savunmadan giderek uzaklaşarak hücüm basketbolu dediğimiz herkesin bireysel oynadığı, bireysel ve takım savunmasını dikkate almadan daha çok atanın ön planda olduğu bir basketbol formasyonu ortaya çıktı.

    Ben basketbolun içinde fiili olarak olmadığım son yıllarda dışardan objektif olarak baktığım zaman da A takımlarında oynanan basketbolu bu açıdan üzülerek gözlemliyorum. Artık tekrar bizim hücüm basketbol değil de “Total Basketbol” denilen oyunun hem savunma hem de hücum yönünü ortaya koyan basketbol anlayışına yeniden dönmemiz gerektiğini düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse çok yakın bir zaman önce Paris’te Barcelona, Partizan, Olympiakos ve Cska Moskova’nın katıldığı Euroleague Final Four’u oynandı . Belki orada oynanan basketbol NBA basketbolunu sevenler için sıkıcı gelmiş olabilir ama bence gerçek mücadele ve basketbol anlayışının Avrupa için öyle olması gerekiyor. Kolay sayı yemeyeceksin, geriye iyi koşacaksın, sert müdafa yapacaksın, bireysel müdafanın yanında takım savunması da yapacaksın, kazandığın toplarla kolay sayı bulmaya çalışacaksın ve olmadığı zaman da topu iyi paylaşıp topu en iyi pozisyondaki oyuncuya aktarmaya çalışacaksın çeşitli varyasyonlarla. “Total Basketbol” dediğimiz anlayış işte bu. Altyapı oyuncularını da bu anlayışa göre hazırlanmasının, oyuncuların bireysel müdafa, birysel hücum fundamentallerinin geliştirilmesinin ve bunların inceliklerinin öğretilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Bu anlayıştan bir hayli uzaklaşıldığını, hatta büyük kulüplerimizde “altyapıya ne gerek var” söyleminin artık geçerli bir söylem olduğunu da üzülerek görüyorum. Bu konu hakkında genel olarak söyleyeceklerim bunlar.

    Hocam siz kulüpler bazında erkek basketbolumuzda en büyük başarıyı elde etmiş bir isimsiniz, aynı başarının hala tekrarlanamamasını neye bağlıyorsunuz ?

    Bence bu başarıyı yakalayamamak gibi bir şey söz konusu olamaz. Ben Türk Basketbolu’nun Avrupa’da en büyük hedeflere herzaman aday olduğunu hep söylemişimdir. Önemli olan o vizyonu ortaya koyabilmek… Büyük kulüpler için söylüyorum, kendi ligimizde her zaman şampiyon olma şansınız vardır ama önemli olan başarı Avrupa’da ortaya koyduğunuz başarıdır, kriter bu olmalıdır. Ama ben kulüplerimizde bu vizyonun eksik olduğunu düşünüyorum. Biraz Efes Pilsen’de bu vizyon vardır, eskiden beri hep hedefi Final Four olarak koyan bir vizyon.

    Son senelerde bu hedefe fazla yaklaşamadılar çeşitli nedenlerle ama diğer kulüplerimizde “olduğu kadar çıkıp oynayalım önemli olan Türkiye’de şampiyon olalım” anlayışı söz konusu olabiliyor. İşte anlayış bu olduğu zaman, sizin gerek oyuncu transferiniz gerekse hazırlanma biçiminiz gelen oyuncuları da etkiliyor. O oyuncular da “Avrupa’da gittiğimiz yere kadar gideriz, Türkiye’de şampiyon olalım yeter” anlayışını benimsiyorlar ister istemez. Zaten baktığınız zaman Türkiye Ligi’nde şampiyonluğa aday 3-4 tane takım var vizyon ve bütçe olarak.

    Sonuçta Avrupa’da o vizyon eksikliğinden dolayı takım kimyası iyi oluşturulamıyor, çok değerli çok yüksek bütçeli oyuncular transfer ediliyor ama o oyuncuların oluşturacağı takım kimyası eksik kaldığı için belirli bir yere gelemiyor takımlar. Bugün Türk takımlarına genel olarak bakılınca, antrenörler Avrupalı meslektaşları kadar mesai harcıyor, teknoloji kullanılıyor, kamplar yapılıyor, maçlara bilimsel olarak hazırlanılıyor sonuçta hiç bir eksik yok. Amerikalı oyuncuları bir kenara koyuyorum Avrupalı oyuncuların öğreniğin Yunanlı, İspanyol, İtalyan oyuncuların Türk oyunuculardan bir kaç istisna dışında farkı yok. Ekonomik durumunuz iyiyse Amerikalı oyunculardan da bir uç örnek dışında istediğinizi transfer edebiliyorsunuz. Burada önemli olan takım kimyasını iyi oluşturmak ve Avrupa’da ki o büyük hedefler vizyonunu takıma yerleştirmek.

    Tüm dünyada deneyimli antrenörlerin tecrübelerinden istifade etmek için baştacı edilerken sizin kadar tecrübeli bir ismin bu deneyimlerini paylaşamıyor olması biraz garip değil mi ?

    Aslında bu konuda yorum yapmak bana düşmez. Bu konuda basketbol yönetenlerin yorum yapması daha doğru olur. Ben kendimle başbaşa olduğumda basketboldan uzak olmanın bana ne gibi bir fayda ve zararının olduğunun muhasebesini yaptığım zaman, öncelikle kişisel olarak ne oyunculukta ne de antrenörlük dönemimde hiç ara vermemiş biri olarak çok rahatladığımı ve önemli bir dinlenme süresi yaşadığımı görüyorum. Kitap okuyorum, spor yapıyorum, ailemle çeşitli yerlere gidiyorum, daha önce hiç yaşayamadığım şeylere vakit ayırabiliyorum. İnsanlar beni gördüğü zaman “yüzüne renk gelmiş, gençleşmişsin” diyorlar bu da benim stresten ve o amansız çalışma temposundan uzakta kendime ayırdığım zamanla alaklı bir şey. Bu işin bir boyutu bir diğer boyutu ise; bilgi bugünkü teknoloji ortamında oldukça kolay ulaşılabilecek bir şey ama tecrübe öyle değil. Tecrübe yıllar içinde biriktirdiğiniz bir şey, Hatalar yapıyorsunuz, bazı şeylerin kavgasını veriyorsunuz, maç kazanıp, kaybediyorsunuz, son anda kaybettikleriniz oluyor, şampiyonluklar kazanıyorsunuz, çeşitli kulüp yönetimleriyle birlikte çalışıyorsunuz ve böylece birikiyor, birikiyor. Dönüp 10 sene hatta 5 sene öncesine baktığım zaman olaylara bakış açımın ne kadar değiştiğini ve tecrübe kazandığımı hissediyorum. Bu konuda bu kadar büyük bir tecrübe oluşmuşken bunu basketbolun hizmetine sunmamak beni de üzüyor, bu konuda zaman zaman kendimi de suçladığım oluyor. Bir tarafta kendime ayırdığım rahat bir dönem bir taraftan da o tecrübeyi aktrarmam gerektiğini düşünmem bazen birbiriyle çelişen duygular oluşturuyor. Elbette bu bir yandan da sadece benim değil Türk Basketbolu’nu yönetenlerin de sorunu sanıyorum.

    Ne zaman ulusal takımda ya da Fenerbahçe Ülker’de koçla ilgili bir sıkıntı olsa sizin isminiz öne çıkıyor. Ancak bu gibi durumlarda yaklaşımınız oldukça açıkken ve siz bu gibi konularda , aşırı hassasiyet gösterirken bu konuda neler söylemek istersiniz ?

    Öncelikle yeri gelmişken söylüyorum Tanjeviç’e de büyük geçmiş olsun. Umut ediyorum ki iyileşip önümüzdeki Dünya Şampyonası’nda milli takımın başında olacaktır haberler de o yönde, buna sevindiğimi belirtmem gerekir.

    Tanjeviç’ten sonra antrenör kim olmalı sorularında benim ismimin gazetelerde, internet sitelerinde ön plana çıkması insanların benim için iyi duygular besliyor olmaları açısından çok onore edici ve duygulandırıcı bir şey ancak diğer bir açıdan da bu tarz şeylerin benim pek hoşlandığım şeyler olmadığını söylemeliyim.

    Milli Takım’a gelirsek , ben 2010 yılnda Milli Takım’ın başında mutlaka Tanjeviç’in olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü 2004 yılında Tanjeviç bu işin başına geldikten sonra bir plan program yapıldı 2010 hedef olarak seçildi ve buna göre teknik kadro ve oyuncu kadroları oluşturuldu. Tanjeviç’in önderliğinde, teknik yönetimin ortaya koyduğu bir basketbol felefesi, bir basketbol sistemi ortaya kondu. Dolayısıyla Şampiyona’ya 3-3,5 ay kala bırakın beni başka bir antrenörün gelmesi bile doğru olmaz. Tanjeviç rahatsız olsa bile kendi ekibiyle birlikte orada en azında mevcudiyetini hissettirmesinde fayda görüyorum ve bu ekibin Dünya Şampiyonası’nda Türk Milli Takımı’nı yönetmeyi hakettiklerini düşünüyorum.

    Elbette 2010 Türkiye için oldukça önemli ancak bir sorun olacağını zannetmiyorum. Dediğim gibi ona göre sistem oluşturuldu, ona göre oyuncu kadrosu belirlendi yeni gelecek antrenörün herşeyi silbaştan yaparak yeni bir felsefeyle yeni bir oyuncu kadrosuyla orada olmasının çok büyük başarılar getireceğini düşünmüyorum açıkcası.

    Sorunun Fenerbahçe kısmına gelirsek, Fenerbahçe’den herkesin bildiği nedenlerle ayrıldım o dönemlerde, gelecekle ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Tabii ki ben Fenerbahçeliyim, Fenerbahçe’nin iyi olmasını istiyorum ama ortada hiçbir şey yokken benim Fenerbahçe ile ilgili bir söylemde bulunmam saçma olur diye düşünüyorum.

    Herşeyin sadece sonuçlara endeksli olarak değerlendirildiği Türk Sporu gerçeği varken Fenerbahçe taraftarıyla aranızda inanılmaz bir bağ oluştu. bunu salt başarıyla açıklamak oldukça zor. Sizce böyle bir bağ nasıl oluştu, size karşı duyulan yoğun sevgi ve saygının nedenleri nelerdir ?

    Açıkcası bu bağın nasıl oluştuğunu ben de çok iyi bilmiyorum ama kendiliğinden oluştu sanırım . Ben özel bir şey yapmadım sadece işimi yapmaya çalıştım, insanlara farklı davranmadım, aynı sevecenlikle bazen de aynı sertlikte davrandım, bir emek ortaya koyduk. elbette bunu tek başıma yapmadım ekibimle birlikte büyük mesai harcadık, büyük emek sarf ettik.

    Ben Fenerbahçe’ye ilk geldiğim gün basın toplantısında söyle birşey söylemiştim, o gün takım kadrosunun 2 milyon dolardan daha düşük bir maliyetle oluşturulması düşünülüyordu başa oynamamız çok zordu “belki büyük başarılar vaad etmiyorum ama ilk dakikadan bitiş düdüğüne kadar ölesiye mücadele eden bir takım vaad ediyorum” demiştim. Biz ilk yıldan son yıla kadar şampiyon olmadığımız yıllarda da sonuna kadar bu anlayışı uygulamaya çalıştık. Çoğunda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum yenildiğimiz maçlarda dahi taraftarımız bizi alkışlarla uğurluyordu.

    Fenerbahçe’nin o bilinçli taraftarı bize sahip çıktı. Bunu hep söylüyorum bundan da çok büyük mutluluk duyuyorum ben hiçbir antrenöre nasip olmayan bir ayrılma yaşadım. O bakımdan bu maddi manevi hiçbir şeyle ölçülemeyecek bir onurdur bir antrenör için.

    Hocam son olarak, sizinde yıllarca emek verdiğiniz, büyük başarılara imza attığınız Efes Pilse Kulübü’nün bazı düzenlemerden ötürü Türk Basketbolu’ndan çekilmek zorunda kalması gündemde neler söylemek istersiniz ?

    Belki çok klasik olacak ama böyle bir uygulama bu iktidar için tarihi bir hata olur. Çünkü yurtdışına gittiğiniz zaman Türkiye yanına da basketbol yazdığınız zaman yanına mutlaka Efes Pilsen markası gelir. Bugün Avrupa’nın basketbol ortamlarında Türk Basketbolu dediğiniz zaman Efes Pilsen ilk sırayı işgal eder. Bu bugün oluşmuş birşey değil 34 yıllık bir mazisi var Efes Pilsen’in bu uzun yıllar sonunda ulaşılmış bir marka değeri. Bunun içinde Avrupa Kupası var, Final Four var, Avrupa Finali var Lig şampiyonluklarını saymıyorum onlar lokal başarılar. Efes Pilsen Türkiye Kulüpler tarihinde Avrupa Şampiyonluğu’nun kazanmış ilk kulüp. Yurtdışında tanıtım açısından Efes Pilsen’in Türk Basketbolu’na, Türk Sporu’na getirisi çok önemli . Bırakın bunları bir de istihdam ettiği, özendirdiği sporcular var. Bizim dönemimizde başyalan G.S.G.M ortaklaşa çeşitli yerlerde yapılan basketbol okulları var. Bugün 15.000 öğrenciye spor yaptırıyorlar ,basketbol öğretiyorlar bunlar kolay işler değil. Bu çocuklara spor yaptırmak, onların kıyafetlerini vermek, onları spora özendirmek çok önemli faaliyetler. Gerek aldıkları sonuçlar itibariyle yurtdışı tanıtımı, gerekse gençlere verdikleri hizmetler nedeniyle Efes Pilsen’in kapatılması gibi bir şey Türk Sporu’nda son yıllarda yaşanan en büyük cinayet olur

    8 Mayıs 2010 Cumartesi

    Besiktas - Efes Pilsen Serisi




    Bir tarafta Euroleague'de şansız şekilde elendikten sonra hazırlık maçları ile çarşamba, pazar maç oynarak playofflara hazırlanan ve son 11 maçın 9 unu 20+ sayı farkla kazanan normal sezon lideri Efes Pilsen, diğer tarafta ise sezon başından bu yana olumsuzluklarla boğuşan Beşiktaş. Birde Efes Pilsen'in seriye 1-0 önde başlayacağını da düşünürsek serinin mutlak favorisi Efes Pilsen olduğu aşikar. Efes Pilsen çeyrek finalde Erdemirspor'u rahat bir seri sonunda 3-0'la geçerken Beşiktaş ise ligin kalburustu takımlarından ve deplasmanda 6 senedir yenemediği Türk Telekom'u bir sezonda 3 kez yenerek seriyi 3-1 geçmeyi başardı. Serinin yıldızı ise maddi sıkıntılardan ötürü takımdan ayrılmaktan son anda vazgecen Brad Newley idi. Okay Karacan'ın Newley hakkında ki görüşü herşeyi özetler nitelikte;

    İtalya'da Beşiktaş'ta tahsil edemediğinden fazlasını alacakken, kariyerine ihanet etmeyen, bir adım öne çıkmak için iki adım geriye giden, işine odaklanan Newley'e bizim verebileceğimiz tek ödül alkış olur.


    Efes Pilsen cephesinde ise Erdemirspor serisinde kadro derinliği de göz önüne alındığında hemen hemen her oyuncudan maksimum verim alınabilmiş.



    Serinin En Kritik Oyuncuları

    Beşiktaş açısından serinin en kritik oyuncusu çeyrek finalde Türk Telekom karşısında gösterdiği performans ile hiç kuşkusuz Brad Newley olacaktır. Newley özellikle ikinci ve üçüncü maçta tam Naumoski vari oyunu ile tek başına maçı götüren isimdi. Anlatılanlara göre saatlerce özel antreman ve şut çalışması yapıyormuş umarım bu çalışmanın karşılığını Efes Pilsen maçında da kat ve kat alır. Ikinci ve üçüncü maçta Newley üzerinden oynanan sıkca gördüğümüz 2 ayrı hücum sistemi vardı. Biri bildiğimiz Aydın Örs'un Naumoski üzerinden oynattığı uzunların birini kenara diğerini de dışarıya çekerek boyalı alanı boşaltıp Newley'i içeriye penetreler ile ya boş alanı iyi bir şekilde kullanmısı sağlamak ya da içeriye penetre edildiğinde ikili sıkıştırmaya gelindiğinde boş adamı bulmak. Newley bu oyunu Türk Telekom serisinde çok iyi başardı. Bir diğer hücum sistemi ise Newley - Fedor Likholitov ikili oyunları. Fedor boyuna göre fundamentalı çok iyi düzeyde ve ribaund sezgisi de yüksek düzeyde olan bir oyuncu. Daha çok Fedor içeriye gömüldüğünde ikili oyun sırasında ona ikili sıkıştırma geliyor o sırada Newley kendini hemen köşelere atıp üçlük pozisyonunda bekliyor. Artık ondan sonra herşey Fedor'un pas yeteneğine kalıyor.

    Efes Pilsen cephesinde ise serinin kritik oyuncusu olabilecek o kadar çok oyuncu var ki. Son maçta 6.yabancı olduğu için oynamayan Mario Kasun'un maliyeti takımın maliyetinin yarısıdır belkide. Efes Pilsen'de geçtiğimiz maçlara bakıldığında bir oyuncunun performansı dikkat çekiyor. O da Bostjan Nachbar. Nachbar sezon içerisinde sezonun en yüksek skoruna iki maçta ulaşmış. Bunlarda Beşiktaş maçlarında 20 sayılık performanslar. Özellikle Akatlar'da ki performansı hala akıllarda. O gün neredeyse ne attıysa girmişti. Zaten Nachbar'ın öyle yüksek isabet oranını bir o maçta görmüştüm bir de Türk Milli Takımı'na karşı geçen sene Avrupa Şampiyonası'nda gördüm. Hiç kuşkusuz serinin de en kritik oyuncularından biri olacaktır. Yine büyük bi ihtimal Nachbar-Cevher eşleşmesi görebiliriz. Nachbar, Cevher'e göre ayakları cok daha hızlı olduğu için Cevher'i dışarı çektiğinde ya çok rahat faul alıyor ya da Cevher'i rahat geçebiliyor. Bunun için maç içerisinde ara ara kesinlikle alan savunmasına geçilmeli. Çunku Efes Pilsen bir hava yakaladığında, ne olduğunu anlamadan bi bakmışsın fark bir anda 15 oluvermiş. Alan savunmasının önemi de burda ortaya çıkıyor. Bi nebze olsa da hucum ritmlerini bozmak.

    Zayıf Halkalar

    Beşiktaş'ın yine en büyük handikabı pota altı rotasyonunda olacaktır. Nasıl Türk Telekom serisinde Likholitov'u yıpratarak hemen 4 faul aldırıp ardından oyunu pota altına yıktılarsa, Efes Pilsen'de maçın başında pota altından oynarak uzunlarımızı erken faul problemlerine sokmak isteyeceklerdir. Kasun-Kaya-Nachbar-Ermal ve hatta Ergin Ataman'ın oyun koparan 4 kısa düzeninde Shumpert böyle bir pota altı rotasyonuna karşı baş etmek imkansız gibi duruyor. Bu nedenle hem Cevher hem de Likholitov erken oyundan düşmemeleri gerekir.

    Efes Pilsen cephesinde ise, lig maçlarını ölçü alırsak herhangi bir zayıf halkası gözükmüyor. Çünkü kadro o kadar geniş ki benchde muhakkak bir eksiklik yani oyunda bir delik olduğunda o deliği kapatacak bir oyuncu cıkıveriyor. Bu nedenle Euroleague maçlarını ölçü alırsak, Efes Pilsen'i yenen takımlar öncelikle tam saha baskı uygulamasını sıkca yapıyorlardı. Cunku Efes Pilsen'e sadece 10-15 saniye arası hücum etme şansı veriyorlardı. Ancak Beşiktaş'ın kısıtlı rotasyonunu da düşündüğümüzde tam saha baskıdan dolayı fiziksel olarak oyundan erken düşebilirler. Ama ne olursa olsun Efes Pilsen'in yenmenin birinci şartı tam saha baskıdan geçiyor. Bir diğer etken ise Alan savunması. Özellikle Igor Rakocevic oyunda olduğu zamanlar da geçilebilecek alan savunmasında kaçabilecek şutlar hemen takımı demoralize edebiliyor. Istanbul'da ki Olympiakos maçını gözünüz önüne getirin; resmen Rakocevic uzerinden tüm takım demoralize oldu.



    Serinin Düğümü

    Beşiktaş açısından serinin düğümü yukarıda da biraz bahsettiğim gibi tam saha baskıdan geçiyor. Efes Pilsen Kerem Tunceri önderliğinde hem çok iyi şutorlere hem de çok iyi uzun rotasyonuna sahipler. Bu nedenle Kerem ne kadar az süre topla oynarsa hucumları o kadar fazla aksar. Tam saha baskı sayesinde Efes Pilsen'e 10 veya 15 saniye arası hucum yaptırırsan hücumda ister istemez bir telaş oluşabilir. Hücumda ise Beşiktaş için tabir-i caizse her top altın değerinde olacaktır. Brad Newley'nin hücum performansı takımın hücumda en belirgin unsur olacaktır. Telekom serisinde bize Naumoski'yi hatırlatan Newley şimdi de Efes Pilsen'lilere eski günleri yad ettirebilecek mi bekleyip göreceğiz artık ..


    Takvim

    09 Mayıs Pazar || Efes Pilsen - Beşiktaş
    12 Mayıs Carsamba || Beşiktaş - Efes Pilsen
    14 Mayıs Cuma || Beşiktaş - Efes Pilsen **
    17 Mayıs Pazartesi || Efes Pilsen - Beşiktaş **


    Seri Tahmini

    Efes Pilsen seride 1-0 önde başlamanın yanında hem kadro derinliği ve koçu hem de tecrübesi ile serinin doğal olarak mutlak favorisi konumunda. Haluk Yıldırım'ın maç sonu röportajı ve maddi açıdan çıkan olumsuz haberlerden sonra da ilk mac herşeyi belirleyecek gibi duruyor. Ilk maçı kaybedersek seri 3-0 biter. Ancak olurda ilk maçta bir sürpriz yaşanırsa Akatlar'da Efes Pilsen 2 maç ust uste kazanamaz. Bu nedenle seri son maça kalır. Tahminim ise ne yazık ki ilk olasılıkdan yana; 3-0 Efes Pilsen.



    6 Mayıs 2010 Perşembe

    Haluk Yıldırım Röportajı


    Habertürk gazetesinde "Berber Muhabbeti" adıyla röportajlar yapan ünlü erkek berberi Şükrü Dudu geçtiğimiz ay Türk Basketbolu'nun efsanevi isimlerinden Haluk Yıldırım ile bir söyleşi gerçekleştirmişti. 10 Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilen bu röportajı tekrar hatırlayarak kansere meydan okuyan bu yürekli adamın hikayesini bir kez daha hatırlayalım istedim.

    "O müthiş bir sporcu, tam 38 yaşında ve hâlâ basket sahasında sayı üstüne sayı atıyor. Üstelik de spor kariyerine bir kanser hastalığını atlatmayı da sığdırdı. Tam beş yıl önce acı haberi aldığında sporu bırakmak zorunda kaldı ama yılmadı ve sahaya geri döndü. Bu hafta berber muhabbetinde Haluk Yıldırım’ın mucize hikâyesini okuyacaksınız."



    Bizde genelde spora futbolla adım atılır. Siz basketbola ne zaman başladınız ?

    Aslında bir mahalle takımımız vardı, orada kalecilik yapıyordum. Basket aşkı o dönem yayınlanan Beyaz Gölge dizisiyle filizlendi. Sonra okulun basket takımına katıldım. Adana Anadolu Lisesi’nde ortaokullar arasında Türkiye şampiyonu olduk. Altyapıda Güney Sanayi’de oynuyordum. Sonra yıldız milli takımı seçmeleri için Ankara’ya gittim.

    Sizi kim keşfetti ?

    Beni arkadaşım Cüneyt Gizer keşfetti sayılır aslında. Cüneyt bir gün “Basket seçmeleri var, katıl” dedi, katıldım. İlk antrenörüm Ziya Palı’ydı sonra Alaattin Hatsa, Mehmet Ali Kıraç gibi isimlerle çalıştım. Hepsinin üstümde büyük emeği vardır. O dönem Adana’daki tamımız çok iyiydi. Sonra milli takıma geçtim. Murat Didin ile çalıştım.

    Profesyonel olarak sahaya hangi takımla çıktınız ?

    İlk transferimi Beslen Makarna’ya yaptım. Bir sene Murat Didin, bir sene Ercüment Sunter ile beraber çalıştım. Sonra Ankara Ted Koleji’ne transfer oldum dört sene de orada oynadım.

    İlk transferinizde kaç para almıştınız ?
    O zamanın parasıyla aylık 500 bin lira alıyordum.

    Milli takım forması giydiğiniz ilk maç hangisiydi peki ?
    14-15 yaşında, Yıldız Milli’de oynuyordum. Türkiye’nin ilk yıldız milli takımı kurulmuştu. O zamanlar çocuksu duygularla, arkadaşlık ve spor için basketbol oynuyorduk. Profesyonelliğe geçince işin rengi değişiyor, işin içine para giriyor.

    Yaklaşık 260 kez Milli Takım forması giydiniz doğru mu ?

    Tam rakamını bilmiyorum ama 250 kereden fazla milli oldum.

    Türkiye’de basket neden futbol kadar önemli değil ?

    Türkiye’de birinci spor futbol. Basketbol bir türlü geçemedi futbolu. Bu durumun medyayla da, basket camisıyla da ilgisi var. Bir de her yerde futbol oynayabiliyorsunuz, mahalle arasında iki taş koyduğunuzda kaleniz oluyor. Baskette böyle bir imkân yok. Ama son zamanlarda basketbola ilgi arttı.

    Şu an Beşiktaş’ta oynuyorsunuz. Beşiktaş maceranız nasıl başladı ?

    Beş sene önce, bir yıl Beşiktaş’ta oynadım. O zaman final maçları genelde Ülker ve Efes Pilsen arasında oynanırdı. Bu geleneği camia takımları arasında ilk biz yıktık. O sene Efes Pilsen’le final oynadık. O dönem Akatlar’daki salonumuz yeni açılmıştı. Hemen her maç dolu oynanıyordu, muhteşem bir atmosfer vardı. Gerçekten çok güzel bir seneydi. Sonra ben Türk Telekom’u tercih ettim. Geçen sene tekrar Beşiktaş’la anlaştım. Anlaşmam bu sene de devam ediyor.

    Bu sene kim şampiyon olur sizce ?

    Final FB- Efes arasında oynanacak gibi gözüküyor. Ama sürpriz bir takım da final oynayabilir tabii.

    Basketbolda kriz var mı ?
    FB, GS gibi takımların dışındakiler genel olarak maddi problemler yaşıyor. Parasını alamayan oyuncular oluyor.

    Yabancı sporculardan parasını alamayanlar oluyor mu ?
    O kontratla alakalı bir durum. Yabancı oyuncuya bir ay parasını ödemezseniz başka klübe gider ama bizim öyle bir şansımız yok

    Siz neden kontratı ona göre yapmıyorsunuz ?
    Bizim kontratlarımız farklı. Paranı alamazsan federasyona gidersin. Dava açılır, mahkeme sonucunda bir şekilde paranı alırsın. Parasını alamayan bir oyuncunun sahada yüzde yüz performans sergileyebileceğini, kendini o an spora verebileceğini düşünmüyorum. Kafa olarak rahat olamaz çünkü. Burada federasyona da büyük iş düşüyor. Bütçeleri kontrol altına alıp kontratların garantisini verirse bu işler daha kolay çözülür.

    Yurtdışında oynayan birçok basketçimiz var. Yeni nesilden bizi yurtdışında temsil edecek isimler kimler ?

    Gurur duyuyoruz onlarla. Mehmet Okur, Hidayet, Ersan İlyasova’dan bahsetmemize gerek yok. Ömer Aşık mutlaka NBA’de şansını deneyecektir, çok da başarılı olur. Semih Erden, Oğuz Savaş, Cenk Akyol, Barış Hersek çok iyi isimler.

    Peki siz kaç yıl daha basket oynamayı düşünüyorsunuz ?

    Sakatlık, sağlık sorunu yaşamazsam 2 sene daha oynarım.

    Sonra hocalık yapmayı düşünüyor musunuz ?

    Henüz tam karar vermedim ama ya antrenörlük ya menajerlik yapmayı düşünüyorum. Sonuçta 25 senedir bu camianın içerisindeyim.

    Dünyadaki en iyi basketbolcu kim sizce ?

    Michael Jordan. Ama basketbolu bıraktı.

    Basketbol taraftarı çoğaldı mı ?

    Hayır. Aksine, taraftar sayısı konusunda gerilediğimizi düşünüyorum. Özellikle İstanbul’da maça gelenlerin sayısı çok az. Ulaşımın zorluğu da etken tabii. Bizim salon şehrin merkezinde ama bazen 100-200 kişiye oynadığımız oluyor. Oysa Anadolu’ya gittiğinizde salonların çoğu dolu oluyor. Bandırma’da, Mersin’de, İzmir’de taraftar sayısı çok iyi.

    Önünüzde zorlu deplasmanlar var mı ?

    Beş hafta kaldı. Nisanın 24’ünde sezon bitiyor. Her şey playoff’ta belli olacak, en iyi form tutturan ekip şampiyon olur. Eşimin idmanı biterken benimki başlardı

    Eşiniz de sporcu mu?
    Evet. İsmi Seren Yıldırım, eski basketbolcu. Kolejde oynuyordu.

    Nerede tanıştınız ?

    Okulda tanıştık. Onların idmanı biterken bizim idmanımız başlardı. Arkadaş olduk. Zamanla arkadaşlığımız ilerledi, evlendik. Fakat o bıraktı sporu.

    Onun da boyu uzun mu?
    Türkiye standartlarına göre uzun, 1.78 – 1.80 cm boyunda.

    Sizin boyunuz kaç cm?
    2 metre. Çocukların da boyu uzun.

    Onların da basketbolcu olmasını ister misiniz ?
    İsterim tabii. Fakat asla baskı yapmam. Oğlumun ismi Rüzgar, kızımınki Alize, henüz bir yaşında.

    Bir hastalık geçirdiniz değil mi ?
    Beş sene önce kansere yakalandım.

    Hastalık sürecini anlatabilir misiniz biraz ?
    Boynumda bir beze olduğunu hissettim, ateşim de vardı. Doktora gittim, bezenin alınıp biyopsiye yollanması gerektiğini söyledi. Hodgkin lenfoma diye bir lenf kanserine yakalandığımı öğrendim.

    Kanser olduğunuzu kim söyledi?

    Doktorum Burhan Ferhanoğlu. Sağolsun benimle çok ilgilendi.

    Hastalığı nasıl yendiniz?
    Hasta olduğumu öğrenince “Neden ben” diye düşündüm. Oğlum o zaman iki yaşındaydı. Doktorum tedavi edilebileceğini ama altı ay süreceğini, bu süreçte sporu bırakmam gerektiğini söyledi. Radyoterapi ve kemoterapi gördüm. Sıkıntılı günler yaşadım.

    Ailenizde kanser hastası var mı ?
    Yok ama bu hastalığa yakalanan çok kişi var. Hodgkin lenfoma tedavisi olan bir kanser türü. Bunu öğrendikten sonra, hedefim kanseri yenmek oldu. İyileşeceğime inandım. Basketbol camiası da çok destek verdi. Ailem ve eşimin uğraşları apayrı ve çok değerli. Bu hastalık önemli bir tecrübe oldu benim için.

    Neden tedavi olmak için yurtdışına gitmediniz ?
    Tedavi için dünyanın her yerinde aynı prosedür uygulanıyor. Evimde daha rahat olacağımı düşündüm.

    Milli Takım’ın antrenörü Tanjeviç hasta.
    Evet. Çok geçmiş olsun. Umarım en kısa sürede sağlığına kavuşur. Onun da inatçı bir kişiliği var. Eminim hastalığı yenecektir.
    Kanser gibi bir hastalığa yakalanıp iyileştikten sonra spor kariyerinizi bu kadar ilerletmeniz gerçekten çok önemli bir başarı.
    Örnek olmak istiyorum. Yıldız takımında oynayan bir kız var. O da aynı hastalığa yakalanmış. Hastalığı yenmiş birinin teşvik edeci olacağını düşünüyorum. İnsanlar kendilerini bırakmasın, pes etmesin.

    Tam da yıldız olduğunuz dönemde hastalandınız, takımdan nasıl ayrıldınız ?
    Ülker’deydim. Anlaşmayı feshettiklerini söylediler. Durumu noterden öğrendim. Böyle bir durumdaki oyuncunun anlaşmasını ben de feshederdim. Ama üslubu beğenmedim. En azından kulüpten biri telefon açıp söyleyebilirdi. Şikâyetimi kulüp başkanıyla paylaştım. Ülkemizde spor ahlakı tam olarak oturmadığı için nasıl davranacaklarını bilememiş olabilirler.

    Hani şöyle bir olay vardır: İnsanlar hastalanınca işe gidemezler ama paralarını almaya devam ederler. Öyle bir durum yok mu sizde ?
    Para konusu problem olmadı. Sadece kulüp bana haber vermeden iki senelik anlaşmamı fes etti. Beni sadece bu durumu noterden öğrenmek üzdü.

    Serdar Gürel / Pota6

    Kaynak

    4 Mayıs 2010 Salı

    TBL Ceyrek Final Serisi || Beşiktaş 3-1 Türk Telekom


    Ilginç maçlara sahne olan seride,Beşiktaş 6 senedir Ankara'da yenemediği rakibini bu sezon 3 maçta da yenerek yarı finale yükseldi. Seri analizinde de belirttiğimiz gibi iki takım da yüksek tempo da mücadele ettiler. Her ne kadar Türk Telekom ilk maçta istediğini almış olsa da seri boyunca yanlış şut tercihleri ve savunmada ki düzensizlik ile seriyi kaybetti diyebiliriz. Beşiktaş cephesinde ise özellikle Naumoski :) pardon Newley'in tek kelime ile winner tarzı oyunu ile yarı finale yükseldi. Biraz da maçlardan bahsedelim;

    1. Maç

    Akatlar'da ki ilk maçta Türk Telekom maça çok iyi konsantre olmuştu. Özellikle yüksek tempo da yüzdeli oynayan Telekom'da Wilson'ın 19/12 isabet oranı ile 33 sayı 11 ribaund 2 blok ve 1 top çalmalık performansı ile galibiyetin baş mimarıydı. Ilk maçta merak edilen en büyük soru Beşiktaş'ın Ricky Davis'i kimle eşleştireceği idi ve bu soruda ilk maçta yanıtını verdi ve serinin kahramanı Newley, Ricky Davis'e seri boyunca hep sistem dışı zor şut imkanı tanıdı. Ilk maça gelecek olursak aslında ilk maçta diğer maçlar gibi son periyot da Telekom'un yanlış şut tercihleri girmeyince son 7 dakika da 82-81 lik skorla fark bir sayıya kadar inmişti ki, telekom adına serinin en kilit oyuncularından birisi olmasını beklediğim Goran Jeretin'in 3 dakika da attığı sayılar ve yaptığı asistler ile 10-0 lık seri yakalayan Telekom skorda da bir anda 92-81 öne fırladı ve maçı da 100-90 kazanmasını bildi.

    2.Maç

    Akatlar'da kaybedilen maçtan sonra Beşiktas, Ankara'da muhakkak bir maç kazanması gerekiyordu. Telekom ise tekrardan avantajı kendi taraflarına çektikleri için bir rehavet içerisinde idi maçın başlarında. Beşiktaş ilk maçın aksine, ikinci maçta daha doğru tercihler yapmaya başladı. Ve maçın başında pota altından oynayarak Telekom'un savunma düzenini biraz olsun dağıtmak isterken Burak Bıyıktay'ı seriyi Beşiktaş'a getirecek madeni buldu ve seri boyunca da bu hücumu Newley,Muratcan Guler ve Engin Atsur uzerinden sıkca oynattırdı. O da uzunları dışa çekerek Naumoski vari içeriye penetreler ile pota altında yakalanan boşlukları değerlendirmekti. Ve bu hücumda özellikle Newley seri boyunca çok başarılı oldu. Ve basketbol kariyerine bu seri önemli bir yer edindi. Ilk ceyrekte hem pota altını hemde içeriye penetreler de başarılı olan Beşiktaş çeyreği de 19 - 11 önde tamamladı.

    Ikinci çeyrekte aynı hücum sistemleri devam etti. Telekom cephesinde ise ilk maçın suskun ismi Ricky Davis kişisel gayretleri ile 6 sayı bularak 2.çeyrekte takımın skorda taşıyan isimdi. Özellikle Cevher'in hareketli uzun geçerek el ustunden attığı üçlükle skor 31-17'ye geldi bu basketden sonra Telekom tamamen dışardan zorlamalar ve kişisel gayretler ile sistemsiz bir şekilde maça devam etti. Ardından Telekom'un molası geldi ve mola sonrası tam saha baskı ile Beşiktaş'ın rahat hücum etmesini engellemek istediler. Ve tam o sırada ilk maçta hiç gözükmeyen Mutlu Akpınar kurtarıcı olarak oyuna girdi. Ve o sırada Telekom belki de sezon boyunca ilk defa Jeretin-Mutlu-Mallet-Huseyin-Davis beşiyle sahadaydı. Mutlu hamlesi Telekom adına işe yaradı ve 3 sayı 1 top çalma 1 de takımına hücum faul aldırarak farkı indirdi ve ilk devreyi Beşiktaş 38-31 önde tamamladı.


    Ikinci çeyreğin sonunda rüzgarı arkasına alan Türk Telekom, Ikinci yarının başında da Mallet ve Bekir'in sayıları ile farkı 3 sayıya kadar indirdiler. Ve bu sırada pota altında Fedor Likholitov 2.dakika da 4.faulunu alınca kenara gelmek zorunda kaldı. Ikinci yarının ilk beş dakikası sadece 4 sayı bularak 16 sayılık fark bir anda eridi ve Türk Telekom 45-42 öne geçti. Beşiktaş ikinci yarıda ister istemez Türk Telekom'un yüksek temposuna ayak uydurmak zorunda kaldı ancak bu surecte fark eriyince tekrardan Naumoski Newley'i bire bir bırakarak içeri penetreler ile maça ortak olmak istediler. Ve bunu da başardılar. Newley'in üst üste bulduğu sayılar ile skor önce 50-50 eşitlendi. Ve 3. periyodun sonlarına doğru skorda bulduğu 10 sayıya Newley'e Cevher'de katılınca 3. periyot 59-53 Beşiktaş lehine sonuçlandı.

    Son çeyrek de ise bi nevi 3. ceyreğin kopyası yaşandı. Cevher'in yine harika hareketli halde savunmacısından kurtularak attığı üclük ile skor 64-60'a geldi. Ve bu dakikadan sonra Türk Telekom 4 kısaya döndü. Ve bu hamlede işe yaradı. Maçın bitmesine 5 dakika kala 66-65 tekrardan öne geçtiler. Maçda Beşiktaş tekrardan ivme yakalamışken, belki de serinin kaderini etkileyecek bir teknik faul çalındı. Erşan Kartal'ın belki de her maç en 10 kez şahit olduğumuz bir pozisyona çaldığı teknik faul ile 4 serbest atış birde kenardan topu oyuna sokan Telekom 70-69 skorda tekrardan one gecti. Ama bu düdük takıma olumsuz olarak değilde olumlu olarak yansıdı ve maçın yıldızı Newley zor poziyonda bulduğu inanılmaz bir basket bi de basket faulu ile son 1.15 saniye kala 73-72 tekrardan Beşiktaş'ın öne geçmesini sağladı. Morol açıdan çöken Telekom ise son dakika da yaptğı yanlış şut tercihleri ile de maç Beşiktaş'ın lehine 80-76 sonuçlandı. Ilk maçta nerede ise ne attığını sokan Wilson ise bu maçı sadece 2 sayı ile bitirebildi.

    3. Maç



    Seride 2-1 geriye düşen ev sahibi takım, 3. maçın başında inanılmaz konsantre gözüktü. Özellikle ilk maçın yıldızı Wilson ve Davis ile 12-5 lik bir seri ile başlayan Türk Telekom beşinci dakikaya 19-10 luk bir farkla girdi. Ama Türk Telekom ilk iki maçta olduğu gibi yine yüksek tempoda dış atışlara bağlı bir hücum sistemini benimsemişti. Neredeyse potayı gören şutunu kullanıyordu. Beşiktaş ise savunma da ilk maçta olduğu gibi bir türlü dış savunmayı belirli bir düzeye çekemedi. Türk Telekom'un bu yüksek yüzdesi periyot sonuna dek devam etti. Ve periyodu 30-16 gibi yüksek bir skorla tamamladı. Ilk çeyrekte Türk Telekom 9/6 üç sayılık isabet ile oynarak belki de bir rekora imza attı. Ancak Beşiktaş açısında da en hayal kırıklığı istatistik ise ribaundlardı. Türk Telekom 14 ribaund almışken Beşiktaş ilk çeyrek sadece 5 ribaund alabildi.

    Felaket geçen ilk çeyrekten sonra Beşiktaş ikinci çeyreğe de tutuk başladı. Ve ilk 4 dakika geçildiğinde 14 sayılık fark değişmedi ve Türk Telekom 39 -25 önde geçti. Yalnız ilginç olan ise bu süreçte iki takım 3 pozisyon üst üste üçlük dış şut tercihlerinde bulundular ve iki takımda bu tercihlerinden yararlanamadılar. Maç boyunca hücumda bir türlü ısınamayan Newley ve Cevher biraz hareketlenince devrenin bitmesine 2 dakika kala fark 10 sayıya indi. (41-31) Bu kadar kötü geçen ilk 2 çeyreğin sonunda Cevher'in skora katkısı ile ilk çeyrek 44-36 Türk Telekom'un lehine sonuçlandı.

    Üçüncü çeyreğe ise yine Newley -Cevher ortaklığına Likholitov da katıldı. Ve Fedor Likholitov'un hem savunmada hem de hücumda ki gayreti ile skor ilk 5 dakika da bir sayıya kadar indi. Bu sırada Türk Telekom yanlış şut tercihlerine devam edince pota altından Likholitov (fundamental'ı bu kadar yüksek ve ayakları da bu kadar hızlı bir uzun resmen pota altında basketbol dersi verdi) Dış bölgede Cevher ve takımın lideri Newley ile takım bir anda öne fırladı. Ve tempoyu da arttırarak son 2 dakikaya 4 sayı önde girmelerini sağladı. Newley 3. periyot da bulduğu 14 sayı ile takımını sırtlarken Beşiktaş'da periyodu 63-61 önde tamamladı.

    Ve son çeyrekte çok telaşlı ve stres içerisinde olan bir Türk Telekom izledik. Nerede ise savunmayı sadece göstermelik yapan ve hemen topu alıp hücumu düşünen telaşlı bir takım görüntüsündeydiler. Gerci 2. maçta da aynı görüntüdeydiler ama bu maçta daha belirgindi. Son çeyrekte önce pota altında Likholitov ile üstünlük sağlayan Beşiktaş akabinde Newley'in basket faulu ile artık Telekom yavaş yavaş sezonu kapatmak üzereydi. Maçı bitiren pozisyon ise Türk Telekom'dan geldi. Soner Şentürk'un son 3 dakika da önce bomboş kaçırdığı turniye ve daha sonra boyalı alanda kacırdığı basket ile Türk Telekom'da kazanma inancını yitirdi ama maçı bitiren yine Newley oldu. Son dakikalarda bulduğu basketler ile hem maçı hemde seriyi getiren oyuncu oldu.


    Serinin Yıldızı

    Özellikle bu seri ile çok büyük gelişim gösteren bi nevi bana son 2 maçta içerde bulduğu boşluklar ile Naumoski'yi hatırlatan Brad Newley hiç kuşkusuz serinin de yıldızıydı.

    Brad Newley seri boyunca 22.6 sayı 4 ribaund 3 asist ortalamaları ile mücadele etti.

    Serinin Hayal Kırıklığı

    Serinin bence en büyük hayal kırıklığı Türk Telekom koçu Merih Çakıroğlu'ydu. Türk Telekom'da seri boyunca hem savunmada hemde hücumda çok dağınık görüntü vardı. Özellikle hücumda acele atılmış çok fazla yanlış şut tercihleri serinin kaybedilmesinde başrol oynadı.